Ama küçük prens yine araya girdi : “Yani sen gerçekten çiçeklerin o dikenleri kızgınlıktan taşıdıklarına mı inanıyorsun?” “Hayır, hiçbir şeye inanmıyorum ben. Öylesine söyledim. Şu anda önemli bir işim var. “
Hayretler içinde kalmıştı küçük prens.
“ Önemli bir iş mi? “
Beni elimde çekiç, parmaklarım motorun yağından simsiyah olmuş bir halde o çirkin şeyin ( yani uçağımın ) üzerine eğilmiş gören küçük dostum:
“İşte şimdi tam da büyükler gibi konuştun “ dedi.
Kendimden biraz utanmıştım. “Her şeyi karıştırıyorsunuz, karmakarışık ediyorsunuz “ dedi sonra.
Gerçekten kızmıştı. Altın sarısı buklelerini sağa sola sallayarak : “ Kırmızı suratlı bir adamın yaşadığı bir gezegen biliyorum. Adam hiç çiçek koklamamış. Hiç yıldızlara bakmamış. Hiç kimseyi sevmemiş. Bütün vaktini şemalar yaparak geçirmiş. Ve bütün gün “ Önemli işlerim var. Önemli işlerim var. “ deyip dururdu. Bundan büyük bir gurur duyardı. Ama o bir insan değil, bir mantar o ! “
“ Bir ne? “
“ Bir mantar! “
Küçük prens şimdi öfkeden sapsarı kesilmişti.
“ Milyonlarca yıldır çiçeklerin dikenleri var. Ve milyonlarca yıldır koyunlar çiçekleri yiyorlar. Çiçeklerin hiçbir işlerine yaramayan dikenleri neden büyüttüklerini anlamaya çalışmak gereksiz bir şey mi? Çiçekler ve koyunlar arasındaki savaş önemsiz mi? O kırmızı suratlı beyefendinin şemalarından daha ciddi ve daha önemli değil mi bunlar? Ve evrende başka hiçbir gezegende yetişmediğini bildiğim bir çiçeğim varsa ve küçük bir koyun onu bir sabah, ben fark etmeden, tek bir ısırıkta yok ederse, bu önemsiz bir şey midir? “