Gezegeninde daima başka çiçekler olmuştu. Ama basit çiçeklerdi bunlar ve sabahleyin ortaya çıkar, akşam olunca gözden kaybolurlardı. Pek az yer kaplarlardı, kimseye zararları yoktu. Derken bir gün, nereden geldiği bilinmeyen bir tohum, diğerlerinden çok farklı bir filiz verdi. Küçük prens önce onu yeni bir tür baobap sandı. Bu yüzden de büyümesini yakından takip etti. Ama bir süre sonra bitki uzamayı bıraktı ve tomurcuklanmaya başladı. Kocaman bir tomurcuktu bu. Tomurcuğun yeşil zarının altında olağanüstü güzellikte bir çiçeğin gelişmekte olduğunu hissediyordu küçük prens. Çiçek tüm renklerini özenle seçiyor, taç yapraklarını tek tek düzenliyor, kusursuz bir giysi meydana getirmek için hazırlıklarını yavaş yavaş tamamlıyordu. Gelincikler gibi buruşuk olmak istemiyordu. Onun istediği, güzelliğinin zaferiyle ortaya çıkmaktı. Gerçekten de çok kibirliydi. Bu gizemli hazırlıklar günlerce sürdü. Derken bir sabah, güneşin doğuşuyla birlikte çıktı ortaya.
Bunca sıkı ve özenli çalışmanın ardından önce bir esnedi. “ Ah, affedersin. Henüz tam uyanamadım. Saçım başım darmadağınık “ dedi.
Ama küçük prens onun güzelliği karşısında duyduğu hayranlığı gizleyemedi. “ Ah, ne kadar da güzelsin! “
“ Öyleyim değil mi? “dedi çiçek kibarca, “ güneşle aynı günde doğdum.”
Evet, pek de mütevazı sayılmazdı doğrusu, ama öyle büyüleyiciydi ki!
“ Kahvaltı vaktim geldi sanırım, acaba ihtiyaçlarımı karşılayabilir misin? “
Küçük prens düşüncesizliğinden ötürü çok utanmış, hemen koşup bir teneke su getirmişti. Böylece, bu kibirli çiçeğin eziyetleri başlamış oluyordu.
Örneğin bir gün, dört küçük dikenine güvenerek “ Bırak da gelsin şu kaplanlar, onların pençelerinden korkmuyorum “ demişti.