“ Yani sen başka bir gezegenden mi geldin?”
Ama soruma cevap vermedi. Kibarca başını salladı. Bir yandan da bakışlarıyla uçağımı inceliyordu. “Bununla pek fazla uzaktan geliyor olamazsın...”
Gözleri daldı. Uzun bir süre sonra cebinden çizdiğim koyun resmini çıkararak bu yeni hazinesini incelemeye koyuldu.
Bu ‘ başka bir gezegen’ konusunda bana kesin bir cevap vermemesinin merakımı nasıl artırdığını tahmin edebilirsiniz. Tabii ki ben de daha fazlasını öğrenmeye çalıştım.
“ Nereden geliyorsun sen küçük dostum? Sözünü ettiğin bu ‘benim yaşadığım yer’ neresi? Çizdiğim koyunu nereye götüreceksin?”
Bir süre düşündükten sonra şöyle dedi: “ Çizdiğin koyunun en iyi yanı ne biliyor musun? Geceleyin onu ev olarak kullanabilecek.”
“ Elbette. Hem iyi bir çocuk olursan sana onu bağlaman için bir ip ve bir direk de çizerim.”
Ama küçük prens bu söylediklerime çok şaşırmıştı.
“Bağlamak mı? Ne komik bir fikir!”
“Ama eğer onu bağlamazsan başıboş kalır ve kaybolur.”
Küçük dostum yine kahkahalara boğuldu. “Ama nereye gidebilir ki?”
“ Her yere, burnunun doğrusuna...”
Bunun üzerine küçük prens ciddi bir tavırla: “Bir şey olmaz. Benim yaşadığım yerde her şey öyle küçük ki... “ dedi. Ve ardından, belki de biraz üzüntüyle, ekledi: “ Orada burnunun doğrusuna giden birisi, pek fazla uzaklaşamaz.”
4.
Böylece önemli bir şey daha öğrenmiş oldum. Geldiği gezegen bir evden daha büyük değildi.
Ama aslında bu beni pek de şaşırtmadı. Dünya, Jüpiter, Mars ve Venüs gibi büyük gezegenlerin haricinde isimsiz yüzlerce gezegen olduğunu biliyordum. Bu gezegenlerin bazıları öyle küçüktür ki, onları teleskopla bile fark etmek güçtür. Gökbilimciler bunlardan birini keşfettiklerinde, ona isim yerine bir numara verirler. Örneğin, ‘ Asteroid 325’ derler ona.