Orada oldukça uzun süre durdular. Sanki robot yola çıkmadan önce, milyonlarca asırdan beri kullanılmamış olan kumanda aygıtlarıyla devreleri tek tek gözden geçirmekteydi. Sonra hafif, çok hafif bir vınlama duyuldu. Alvin uzay gemisinin böyle bir ses çıkardığım ilk defa duymaktaydı. Bu vınlama süratle, perde perde yükseldi. Kulağın duyu sınırını da aşıp, ses duvarlarım da peşpeşe delip duyulmaz oldu ve Alvin herhangi bir sarsılma, atıla, ilerleme hissetmemesine rağmen, yıldızların ekrandan birdenbire süratle gelip geçmeye başladıklarım fark etti. Yer Yuvarlağı tekrar belirip tekrar kaybolduktan sonra, tekrar, ama bu kez değişik bir açıdan gözüktü. Uzay gemisi uzayı koklamakta, ekseni çevresinde kuzeyi arayan bir pusula ibresi gibi dönüp, yönünü aramaktaydı. Uzay gemisi burnunu en sonunda yıldızlara verip, yıldızlara yönelik dev bir füze gibi hareketsiz kalıncaya kadar, gökler çevrelerinde dakikalar boyunca dönüp dönüşüp, kıvrılıp sarılıp, birleşip ayrılıp, içiçe içiçe geçip, Samanyolu Samanyolu devrildiler.
Ekranın ortasında şimdi Yedi Güneşler belirmişti. Yedi Güneşlerin büyük, gökkuşaklarıyla çevrili halkası. Yer Yuvarlağının karanlık bir hilal halindeki küçük bir parçası, gün batımının altınla, kızıl kan karışımı bir kenar çektiği küçük bir parçası hâlâ görülebilmekteydi. Dakikalar gelip geçer, Yedi Güneşler ekranda parıldamaya devam ederken bir şeylerin, tüm beklentilerinin ötesinde bir şeylerin olup bittiğini anlayan Alvin, koltuğunun kenarlarım sımsıkı kavramış, beklemekteydi.
Sanki zorla yerlerinden koparılıyorlarmış gibi birden içi bayıldı. Herhangi bir ses duyulmamıştı ama görüntü bulanıp bozulmuş, Yer Yuvarlağı sanki dev bir el tarafından itilip de uzaklaştırılmış gibi yok olmuştu. Yer Yuvarlağı sanki hiç var olmamış gibi yok olmuştu ve artık uzayda onlarla yıldızlardan ve garip bir şekilde kısalıp daralmış bir güneşten başka bir şey kalmamıştı.
Sanki bir kere daha zorla yerlerinden koparılıyorlarmış gibi, bir kere daha gönlü bulanıp, bunun yam sıra, bir de çok hafif bir mırmır sesi duydu. Sanki jeneratörler ilk defa için çalışmaya başlamaktaydılar. Bir andan, hiçbir değişiklik olmamış gibi gelen bir andan sonra artık güneşin de yitmiş olduğunu ve yıldızların ağır ağır, sürünürcesine geminin yanından gelip geçmeye, geminin ardında kalmaya başladıklarım fark etti. Bir an için dönüp geriye bakınca, gerisinde de hiçbir şey göremedi. Bir karanlık yarım küresinin, gecesinin örttüğü feza bütünüyle yok olmuştu. O gözlemeye devam ederken bile yıldızlar bu karanlık yarım kürenin içine kıvılcımlar gibi dalmakta, bu karanlık yarım kürenin içinde suya düşen kıvılcımlar gibi sönmekte, yitmekteydiler. Uzay gemisi şimdi ışık hızından çok daha büyük bir hızla ilerlemekte ve Alvin artık Yer Yuvarlağıyla güneşin bilinen çekim alanı içinde olmadıklarını anlamaktaydı.
Bir kere daha zorla yerlerinden koparılıyorlarmış gibi gönlü bulanıp, bu kere üstelik kalbinin durmasına da ramak kaldı. Garip görüş bulanıklığı artık apaçıktı. Çevresi bir an için artık bir daha tanınamayacak derecede çarpılıp bozulmuş gibi göründü. Soma beyninde birdenbire bir şimşek çaktı, sırrına eremediği bir feraset şimşeği çaktı ve bu çarpılıp bozulmanın nedenini anladı. Bu çarpılıp bozulma bir göz yanılgısı değil de gerçeğin ta kendisiydi. Şimdiki zamanın sınırlı boyutları içinden gelip geçerken, hemen aynı anda da çevresinde, uzayda olup biten değişiklikleri de bilemediği bir tarzda kavramasından ileri gelmekteydi.
Hemen aynı anda da jeneratörlerin mırmırı bir kükremeye, gemiyi sarsan bir kükremeye dönüştü. Alvin bir makinenin böyle bir ses çıkardığım şimdiye dek hiç duymamış olduğu için bu kükreyişten, bu zorlanma, bu itiraz kükreyişinden iki misli etkilendi. Sonra her şey başladığı gibi birdenbire sona erip, kükreyiş birdenbire kesildi ve kulaklarını birdenbire çın çın çınlatan bir sessizlik doldurdu. Büyük jeneratörler görevlerini yerine getirmişlerdi. Artık yolculuğun sonuna değin onlara gerek duyulmayacaktı. Önlerinde uzanan yıldızların mavi-beyaz ışıklar saçtıktan sonra gözden kaybolmalarına karşın, doğa veya bilimin bir mucizesi neticesinde, Yedi Güneşler konumlarıyla renklerinin hafifçe değişmiş olmasına rağmen hâlâ görülmekteydiler. Uzay gemisi bir karanlık tünelin içinden, zaman ve mekân sınırlarının dışından, aklın alamayacağı kadar büyük bir hızla Yedi Güneşlere doğru atılmakta, Yedi Güneşlere doğru ilerlemekteydi.
Şu anda, eğer kontrol altında tutulmamış olsa onları güneş sisteminin dışına çıkardığı kadar kısa sürede de Galaksinin kalbine, oradan da Galaksinin ötesindeki çok daha büyük boşluğa götürecek bir hızla derlemekte olduklarına inanmak çok güçtü.