Alvin hüzünle bunun tüm araştırmalarının sonu olduğunu düşündü. Yedi Güneşlerin diğer gezegenlerini ziyaret etmenin faydasız olacağım biliyordu. Eğer evren’de hâlâ bir akıl varsa bile bu aklı şimdi daha nerede aramalıydı? Daha nerede arayabilirdi? Göklerle gökler, bu göklere kum tanecikleri gibi saçılmış yıldızlarla yıldızlar, güneşlerle güneşler, milyarlarca güneşle milyonarca yıldız görmüştü ve zamandan geriye kalanın hepsini araştırmak için yeterli olmadığını çok iyi biliyordu.
Birdenbire üzerine daha önce hiç görmemiş olduğu şiddette bir kasvet çöküyor; onu gitgide kahrediyormuş gibi bir duyguya kapıldı. Diaspar’ın Evren’in sonsuz uzaklıklarından duyduğu korkuyu, ulusunu, kentlerinin minik dünyasına hapsedip oradan dışarı salıvermeyen dehşeti ancak şimdi anlayabilmekte ve sonuçta Diaspar’lıların haklı olduğunu kabul etmek ona güç, içimi zehir zıkkım acı bir ilaç gibi güç gelmekteydi.
Yardım görmek için arkadaşına döndü ama kelin merhemi olsa ilkönce kendi başına sürerdi. Üstelik Theon yumruklarını sımsıkı sıkıp kaşlarını çatmış, cam gibi donuk donuk parlayan gözlerle hiç kımıldamadan boşluğa bakmaktaydı.
Bu görünüm karşısında içi ürperen Alvin endişeyle sordu:
— Theon. Neyin var?
Theon yanıtlarken bile hâlâ boşluğa bakmaktaydı.
— Bir şey geliyor!
— Bir şey mi? Nasıl bir şey?
— Bilmiyorum. Henüz bilmiyorum. Gemiye dönsek daha iyi olacak…
Vanamonde’nin bilincine ilk erişinden beri Galaksi sayısız kez dönmüştü ekseni üzerinde. Bu ilk evreler, evrenlerle, kendisine o zamanlar bir çocuk gibi bakıp hizmet etmiş olan varlıklar hakkında şimdi çok az şey anımsamaktaydı ama, en sonunda gidip de onu yıldızların arasında yapayalnız bırakmış oldukları zaman duyduğu üzüntüyle yalnızlığı, o korkunç yalnızlığı hâlâ hatırlayabiliyordu. Ta o zamandan beri de, asırlar, ışık asırları boyunca, amaçsız, başıboş, güneşlerden güneşlere gitmişti. Ağır ağır gelişerek, gücüyle becerilerini yavaş yavaş arttırarak, güneşlerden güneşlere gitmişti. Bir zamanlar doğumunda yanında bulunup da kendisiyle meşgul olanlara tekrar kavuşmanın hasretiyle yanarak, sonsuz bir düş peşinde güneşlerden güneşlere gitmişti. Gerçi bu düş zamanla gücünü yitirip zayıf düşmüştü ama o bu düşü izlemekten hiçbir zaman tam anlamıyla vazgeçmemiş, ilk bakıcılarına, o çok çok sevdiklerine kavuşmak umudunu hiçbir zaman tam anlamıyla yitirmemişti.
Sayılamayacak kadar çok dünyada yaşamın enkazıyla yaşamdan artakalan enkazla karşılaşmış olmasına karşın, akılla sadece bir, tek bir kere yüzyüze gelip, Kara Güneş’ten dehşet içinde kaçmıştı. Bununla beraber umudunu yine de yitirmemişti. Çünkü evren sonsuzdu ve araştırmasına da henüz yeni başlamış sayılırdı.
Galaksi zamanla mekanın çok, çok uzaklarında bulunmasına rağmen, Galaksinin kalbinden yayılan büyük güç patlaması Vanamonde’yi, ışık yıllarının ötesindeki Vanamonde’yi göstermekteydi. Yıldızların yaydığı radyasyonla hiçbir ortak tarafı olmayan bu işaretin ışığı bilincinin derinliklerinden, kuyruklu bir yıldızın bulutsuz bir gökten birdenbire akıp akışı gibi geçmiş, geçerken de bilincinin derinliklerini birdenbire aydınlatmıştı. O geçmişin ölü, hiç değişmeyen örneğinde olduğu gibi hep bu ışığa, kendi kendini ölü dokular gibi atıp kabuk değiştiren bu ışığa doğru, yaşamının en son anına doğru ilerlemişti hep. Bir kere daha kabuk değiştireceği, bir kere daha doğacağı anına doğru ilerlemişti hep.
Burayı biliyordu. Bu gezegen ona yabancı değildi. Çünkü daha önce de bulunmuştu burada. O zaman cansızdı. Şimdiyse aklı vardı. Kendisine hemen hemen madde dünyasındaki diğer herşey kadar yabancı olduğu için anlayamadığı şekil. Ovanın üzerinde duran, uzun, maden şekil. Gerçi bu şeklin çevresinde bu şekili Evren’in sonuna götürmüş olan güç halesi hâlâ ışıldamaktaydı ama bunun kendisi için artık önemi kalmamıştı. Kaslarını birdenbire atlamak için yay gibi germiş vahşi bir hayvanın hassas sinirliliğiyle, özenle, büyük bir özenle, sonunda bulmuş olduğu iki akla, iki cana doğru uzandı ve araştırmasının, uzun araştırmasının artık bitmiş olduğunu, sonunda, en sonunda aradığını bulmuş olduğunu, nihayet bulmuş olduğunu anladı.
Rorden bu toplantının daha sadece birkaç gün önce ne kadar imkânsız bir şeymiş gibi geleceğini düşündü. Teknik bakımdan hâlâ gözden düşmüştü. Hâlâ zan altındaydı. Bununla beraber bu toplantıda bulunmasının gerekliliği öylesine açıktı ki kimse toplantının dışında tutulmasını önermemişti. Kendisi gibi seçimle gelmiş üyelerin her İlci yanlarında yer aldığı altı konuk Konseyin karşısında oturmaktaydı. Gerçi bu oturuş şekli konukların yüzlerini görmesine engel olmaktaydı ama Konsey üyelerinin yüzlerindeki ifade yeterince eğitici olduğundan, bunun pek bir önemi yoktu.