Şimdi de parlak ışıklı ekspres trenlerin bir üçüncüsü geçti yanlarından.
“Bunlar diğer yolcuları mı takip ediyorlar?
“Hiçbir şeyi takip etmiyorlar” dedi işaretçi. Ya uyuyorlardır, ya da esniyorlardır. Sadece çocuklar burunlarını pencerelere dayar ve etrafa bakarlar.”
“O halde sadece çocuklar ne aradıklarını biliyor” dedi küçük prens. “ Bezden bir bebeğe bağlanıyorlar ve bu onlar için çok önemli hale geliyor. Eğer ellerinden alırsanız, ağlamaya başlıyorlar.”
“Bence şanslılar” dedi işaretçi.
23.
“Günaydın” dedi küçük prens.
“Günaydın” dedi satıcı. İnsanların susuzluğunu gidermek üzere hazırlanmış tabletler satardı.
Haftada bir kez bu tabletlerden aldınız mı, o hafta hiç susamazdınız.
“Peki bunları niçin satıyorsunuz?”
“Çünkü bu, insanlara çok vakit kazandırıyor. Uzmanlar bunun araştırmasını yaptılar. Haftada tam elli üç dakika kazanıyorsun.”1
“Peki bu elli üç dakikada ne yapıyorlar?”
“Canları ne isterse.”
“Eğer elli üç dakikam olsaydı,” dedi küçük prens, “bir su pınarına doğru ağır ağır yürürdüm.”
24.
Satıcının hikayesini dinlediğim sırada sekiz gündür çölde bulunuyordum ve elimdeki suyun son damlalarını yudumluyordum.
“Anılarını dinlemek gerçekten de güzel” dedim küçük prense, “ama henüz uçağımı tamir etmeyi başaramadım. Keşke ben de bir su pınarına doğru ağır ağır yürüyebilseydim.
“Dostum tilki bana demişti ki...”
“Sevgili dostum. Bunun tilkiyle hiçbir ilgisi yok ki!”
“Ama neden?”
“Çünkü susuzluktan öleceğiz.”
“İnsanın dostu olması iyidir. Ölecek olsa bile. Ben tilkiyle dost olduğum için çok mutluyum.”
Kendi kendime “Tehlikenin farkında değil” dedim. “Ne acıkıyor, ne de susuyor. İstediği tek şey biraz gün ışığı.”