Küçük prens sanki ne düşündüğümü anlamış gibi:
“Ben de susadım. Hadi gidip bir kuyu arayalım” dedi.
Bunun yararsız olduğunu anlatan bir işaret yaptım. Çölün ortasında bir kuyu aramak saçmaydı. Yine de birlikte yürümeye başladık.
Hiç konuşmadan saatlerce yürüdük. Karanlık bastırdı, yıldızlar da tek tek belirmeye başladı. Susuzluğumun etkisiyle, yıldızlara bakarken kendimi rüyada gibi hissettim. Küçük prensin sözleri zihnimde yankılanmaya başlamıştı.
“Demek sen de susadın?” diye sordum. Ama sorumu yanıtlamadı. Sadece: “su kalbimize faydalıdır” dedi.
“Ne demek istediğini anlamamıştım, ama bir şey sormaım. Artık ona soru sormanın hiçbir yararı olmadığını gayet iyi biliyordum.
Yoruldu ve kumların üzerine oturdu. Ben de yanına oturdum. Kısa bir sessizlikten sonra:
“Yıldızlar çok güzel... Çünkü içlerinden birinde, şu an göremediğim bir çiçek yaşıyor” dedi.
“Elbette” dedim. Sessizce ay ışığının altındaki kum tepeciklerini izledim.
“Çok de çok güzel” dedi sonra.
Gerçekten güzeldi. Çölleri hep sevmişimdir. Bir kum tepeciğinin üstüne oturursun. Hiçbir şey görmezsin. Hiçbir şey işitmezsin. Sadece çölün o sessiz, gizemli ışıltısını hissedersin.
“Çöl çok güzel” dedi küçük prens, “çünkü bir yerlerinde bir kuyu gizliyor.”
Bense çölün o gizemli ışıltısının farkına varmış, şaşırmıştım. Küçük bir çocukken çok eski bir evde otururduk. Burada bir hazinenin gizli olduğunu anlatmışlardı belki de. Ama bu hikaye evimizi büyülü bir ev yapmıştı.
Benim evim, ruhunun derinliklerinde bir sır saklıyordu...
“Evet,” dedim, “ne bir evin, ne yıldızların, ne de çölün güzelliğinin nereden geldiği bilinmez.”
“Benimle aynı fikirde olmana çok sevindim” dedi küçük prens.