Alvin’le Rorden bu sessiz simgeye uzun bir süre sessizce baktılar. Bu simge Rorden için makinelerine soracağı yeni bir sorudan öte bir şey değilken, Alvin için sınırsız bir vaaddi. Bu büyük mağaranın, daha doğrusu muazzam garın eski halini getirmeye çalıştı gözlerinin önüne. Hava ulaşımının sona erdiği ama yeryüzündeki kentlerin birbirleriyle olan bağlantısının hâlâ devam ettiği zamanlardaki halini canlandırmaya çalıştı gözlerinin önünde. Aradan geçen milyonlarca yılı, kentler arasındaki bağlantının giderek azaldığı, büyük haritadaki ışıkların giderek söndüğü, sonunda bu tek ışıktan, bu tek hattan başka bir şey kalmayıncaya kadar bir bir söndüğü milyonlar, milyonlarca yılı düşündü. Bu tüm hatları sönmüş haritanın üzerindeki bu son ışığın ne zamandan beri tek başına parladığını, ne zamandan beri ayak seslerini, artık hiç duyulmayan ayak seslerini duymayı, bu sesleri çıkaracak ayaklara kılavuzluk etmeyi beklediğini, umutla sabırla beklediğini sordu kendine. Yarlan Zey’in yürüyen yollan ne zaman kapayıp Diaspar’ın kapılarını dış dünyaya ne zaman sonsuza dek örtmüş olduğunu sordu kendi kendine.
Bunlar milyonlarca yüz milyonlarca yıl önce olmuştu. Lys’in Diaspar’la olan bağlantısı daha o zamanlar, milyonlarca, yüz milyonlarca yıl önce kesilmiş olmalıydı ve Lys’in hâlâ var, hâlâ yaşamakta olması olanaksız gibi görünmekteydi. Belki de bu haritanın artık hiç, ama hiçbir anlamı kalmamıştı.
Alvin’i daldığı düşten Rorden uyandırdı sonunda. Biraz huzursuz hemen hemen sinirli bir hali vardı:
— Dönüş zamanı geldi. Şu an için daha ileriye gitmemeliyiz.
Dostunun pes perdeden sesinin altında yatanı anlayan Alvin karşı çıkmadı. Daha ileriye gitmeyi istiyordu ama daha ileriye gitmek için daha iyi hazırlanması gerektiğini bunun aksine davranmanın tedbirsizlik olacağını anlıyordu. İsteksizce merkez sütuna doğru dönüp yürümeye başladı. Alvin merkez sütuna, şaftın ağzına doğru ilerlerken ayaklarının altındaki döşemenin şeffaflığı gitgide bulanmaya, gitgide kararmaya başladı. Taa çok aşağısındaki ışıklı muamma ağır ağır silinip sonunda tamamen gözden kayboluncaya dek…
Dördüncü Bölüm
BAŞKALARININ dış dünyaya karşı duyduğu korkularla bir zamanlar o kadar çok alay etmiş olan Alvin artık kendisinin de bu korkulardan azat olmadığım anlamaya başlamakta, yol en sonunda açıldığı halde Diaspar’dan, bu tanıdık dünyadan ayrılmak konusunda şimdi garip bir isteksizlik duymaktaydı.
Gerçi Rorden onu bir iki kere vazgeçirmeye çalışmıştı ama her seferinde de yarım ağızla yapmıştı bunu. Ne Alvin ne de Rorden’in yaptıkları şeylerde herhangi bir tehlike görmemeleri ilk çağlarda yaşamış bir insana garip gelebilirdi ama aslına bakılırsa dünyada artık insanı tehdit edebilecek bir şey kalmamıştı. Bunun yanı sıra Alvin dünyada, Diaspar’da yaşayanlardan çok daha değişik türde insanlar olabileceğine de ihtimal vermemekteydi. Hele hele herhangi bir yerde zorla alıkonabileceği aklının ucundan bile geçmeyen bir olasılıktı. Başına gelebilecek en kötü şey olsa olsa hiçbir şey bulamaması olacaktı.
Üç gün soma bir kere daha garda, yürüyen yolların ıssız garında durmaktaydılar. Ayaklarının altındaki ışıklı ok hâlâ Lys’i göstermekte, onlar da artık bu ışıklı okun gösterdiği yönde ilerlemeye hazırdılar.
Tünele adım atarlarken peristaltik alanın bildik; ani, kuvvetli çekişini hissedip bir an içinde derinliklerin koynuna sürüklendiler. Ancak yarım dakika süren, en ufak bir çaba bile harcamadıkları yolculukları sona erdiğinde kendilerini yarım silindir şeklindeki dar, uzun bir garın bir ucunda buldular. Bu garın öbür ucunda sönük bir tarzda aydınlatılmış iki tünel vardı ve bu tünellerin her ikisi de göz alabildiğine uzanıp gitmekteydi.
İlk çağlardan bu yana varolmuş hemen hemen her uygarlığın insanına ceplerinin içi gibi tamdık gelecek olan bu çevre Alvin’le Rorden için başka, yabancı bir dünyadan bir görüntüydü. Tünelin öbür ucunda hedefine yönelik bir füze gibi yatan uzun, aerodinamik makinenin ne işe yaradığı açıktı ama bu araç onlar için yine de yepyeni, görülmedik bir şeydi. Aracın üst kısmı şeffaftı. Alvin bu şeffaf kısımdan bakınca, içinde uzanan lüks, rahat yatar koltuk sıralarını gördü. Görünürde aracın içine girmelerine yarayabilecek bir kapı yoktu ve aracın tümü göz alabildiğine uzanıp sonunda tünellerden birinin içinde kaybolan tek bir madeni sütun üzerinde havada durmaktaydı. Birkaç metre ötedeki başka bir sütun da ikinci tünele doğru uzanmaktaydı ama bu sütunun üzerinde hiçbir araç durmamaktaydı ve Alvin bu ikinci aracın Lys’in çok dışındaki, bilinmeyen bir yerdeki tıpatıp aynı bir küçük garda beklediğini yediği ekmek gibi bilmekteydi şimdi.
Rorden gırtlağı düğümlenerek sordu:
— Hazır mısın?
Alvin başıyla onayladıktan soma konuştu:
— Keşke siz de gelseydiniz.
Rorden’in yüzünde beliren huzursuzluğu görür görmez de bu sözleri söylediğine bin pişman oldu. Şimdiye değin Rorden kadar yakın bir dostu olmadığı halde aralarındaki engelleri yine de bir türlü yıkamamış, bir türlü aşamamış olduğunu neden unutmakta, hep hep unutmaktaydı sanki?