Çöl bu sesin son yankılarım emdiğinde bile Rorden yerinden kımıldamadı. Alvin’i düşünüyor, şimdiye değin o kadar çok kez yapmış olduğu gibi bir kere daha, Alvin’in daima alarga, her daim şaşırtıcı zekasını bir gün gelip de anlamasının mümkün olup olmayacağını soruyordu kendi kendine. Alvin hiçbir zaman büyümeyecek, hiçbir zaman olgunlaşmayacaktı. Alvin için evren bir oyundan, eğlenmek için çözümlenecek bir bulmacadan başka bir şey değildi. Alvin bu oyunu oynarken sonunda eline oyuncağı, İnsanoğlunun uygarlığından arta kalanı da silip süpürebilecek, enkaza çevirebilecek olan oyuncağı da geçirmişti. Uygarlık ister batsın ister çıksın, onun için yine de bir şey değişmeyecek, sonuç ne olursa olsun bu onun için yine de bir oyun, sadece bir oyun olarak kalacaktı.
Güneş artık iyice alçalmış, çölden doğru buz gibi bir rüzgâr esmeye başlamıştı ama Rorden kuleden hâlâ ayrılmamakta, hâlâ korkusunu yenmeye çalışmaktaydı. Sonra birdenbire korkusunu yendi ve yaşamında ilk kez için yıldızları, ışıltılı yıldızları gördü…
Hava süzgecinin iç kapısı açıldığı zaman gözlerinin önüne serilen lüksün bir eşini Alvin Diaspar’da bile görmemişti. Başlangıçta biraz yadırgadıktan sonra, yavaş yavaş ve biraz da huzursuzca bir şekilde, bu lüksün yıldızlar arası yolculukta nasıl bir etkisi olabileceğini düşünmeye koyuldu. Çevresinde hiçbir tür kumanda kolu yoktu ama karşısındaki duvarı tümüyle kaplayan büyük, oval ekran burasının sıradan bir oda olmadığını fazlasıyla belirtmekteydi. Bu ekranın önünde yarım daire şeklinde yerleştirilmiş üç alçak kanepe vardı. Bunun dışında iki masayla, son derece çekici birkaç koltuk ve neye yaradıklarını o an için çıkaramadığı bir sürü garip aygıt vardı.
Ekranın önüne rahatça uzandıktan sonra robotlarını aradı ama göremedi. Daha özenle araştırınca robotların bu köşeler sanki özel olarak onlar için yapılmışçasına, kubbe tavanın altındaki köşelerde durduklarını gördü. Bu öylesine doğal bir eylem, öylesine doğal bir duruştu ki Baş Robotları hatırlayıp bu robotların hangi amaçla yapılmış olduklarını anında anladı.
Bunlar çevirici robotlardı. Bu konuda özel eğitim görmemiş olan hiçbir insanın yardım görmeden bir uzay gemisi kadar karmaşık bir makineyi yönetemeyeceği çevirici robotlar. Üstadı Yer Yuvarlağına getirmiş olan bu robotlar sonra da ardından Lys’e gitmişlerdi. Şimdi de eski görevlerini bir kez daha yerine getirmeye, bir kez daha güneş sistemlerini aşmaya hazırdılar.
Robotlara sınamak için rastgele bir emir verince, büyük ekran aydınlanıp, önünde garip bir tarzda kısalıp şişmanlamış, bir yana yatmış Loranne kulesi belirdi. Daha sonraki emirleri üzerine sırasıyla gökyüzünü, kenti, çölü gördü. Ortada büyültmeyle ilgili herhangi bir şey olmamasına rağmen, görünümler son derece canlı, doğal olamayacak kadar da netti. Görünümlerin değişmesinin geminin ilerlemesine bağlı olup olmadığını da merak etmekteydi ama bunu anlamasını sağlayacak bir yol bulamadı. Sınamaya, emir vermeye dilediği her manzarayı görebilecek duruma gelene kadar devam ettikten sonra sonunda kendini yola çıkmaya hazır hissetti.
— Beni Lys’e götür!
Bu gerçi basit bir emirdi ama izlenecek yolu kendisi de bilmediğine göre gemi yolu nasıl bulacak, emri nasıl yerine getirecekti? Daha önce üzerinde hiç durmamış olduğu bu konu üzerinde daha yeni yeni düşünmeye başlarken, gemi çölün üzerinden muazzam bir süratle ilerlemeye başlamıştı bile. Ne yapsa sırrına eremeyeceği bir konu üzerinde daha fazla kafa patlatmayı gereksiz bulan Alvin, olayların akışını olduğu gibi kabul etmeyi yeğleyip, minnetle kanapesine yaslandı.
Ekrandan büyük bir hızla gelip geçen görünümün ölçeğini kestirmek güçtü ama dakikada yüzlerce mil kat ediyor olmalıydılar. Kentten biraz uzaklaşıp da toprak birdenbire donuk gri bir renk alınca, kurumuş okyanuslardan birinin yatağı üzerinden geçmekte olduklarını anladı. Diaspar bir zamanlar denize çok yakın olmuş olmalıydı ama bu konuya en eski kayıtlarda bile hiç değinilmemiş olduğuna bakılırsa, kent ne kadar eski olursa olsun, okyanuslar yine de kuruluşundan çok önce kurumuş olmalıydılar.
Yüzlerce mil sonra yer kabuğu birdenbire yükselip tekrar çöle dönüştü. Bir keresinde gemisini kum tabakasının altında ancak seçilebilen, birbirlerini garip bir şekilde kesen, bölen bir hatlar ağı üstünde durdurdu. Bu bulmacayı çözmek için bir süre uğraştıktan sonra, sonunda terkedilmiş bir kentin kalıntılarına bakmakta olduğunu anladı. Milyonlarca insanın yaşamından geriye kumlardaki bu saban izlerini andıran çizgilerden başka hiç, ama hiçbir şey kalmamış olduğunu anlamakta dayanılır gibi olmadığından, kalbi paramparça oldu.